“…
Çünkü yaşamım hiçbir şey,
Onu kurar ve yeniden yıkarım
…”
Lâle Müldür
“Sen neler yapıyorsun? Sen neyle meşgulsün? Neyle uğraşıyorsun?” Bu aralar bu tanışma sorularına cevap vermekte çok zorlanıyorum. Çünkü ne söylersem söyleyeyim, bir türlü yeterli gelmiyor. Herkes CV duymak istiyor. “Bankacıyım, avukatım, öğretmenim.” Tek kelimeyle bana kendini anlat demek gibi galiba. Vereceğim cevaplarla onun zihninde bir yere yerleşeceğim. Böylece tanışmış sayılacağız. Sahi, bizi biz yapan —Türkçesi “yaşam döngüsü” olan— curriculum vitae tek kelimeyle ifade edilebilir mi? Şayet mümkünse, bu ifade bizi ne kadar tanımlar?

Ben bu soruları ne zaman duysam, ağız dolusu sıralamak istiyorum: Reçel yapıyorum. Sirke kuruyorum. Mesela bu yıl elma sirkesinin içine ayva kabuğu koymak ya da zeytinyağlı enginara bezelye yerine maş fasulyesi eklemek bence yılın en şahane fikirlerindendi. Hatta kalbimi büyütenlerden sadece ikisiydi. Ama biliyorum, bunlar pek kimsenin duymak istediği cevaplar değil. Çünkü hayatımı nasıl idame ettirdiğim, SGK primlerimin nasıl ödendiği ile ölçülebilen bir şey. “Yaşama uğraşı” dedim birine — Pavese’ye selamla. Aslolan üretmek bence ve kıymetli olan da bu.
Son bir yılda sayısız iş görüşmesi yaptım. Birkaç iş değiştirdim. Mezun olduğum bölüm haricinde sanırım üç meslek edindim. Sayısız program öğrendim. Geçenlerde bir iş görüşmesinde biri, “14 yer görüyorum CV’de. Hepsi tam zamanlı mıydı?” diye sordu. Hiç saymamıştım. Ben de şaşırdım. 14 kez hayatımı yıkıp yeniden mi kurdum sahiden? Tante Rosa’nın inadını, ısrarını ve isyankâr neşesini cebime koyup yolları aşındırdım. “Buraya kadar her şey iyi. Ben aslında düşmüyorum. Tırmanıyorum.” diyen o çok sevdiğim filmin karakterine çok inandığımdan tekrar tekrar denedim. Evet, yine denedim, belki yine yenildim ama şüphesiz daha iyi yenilmeyi de ezberledim. 14 kez düştüğüm yerden tekrar kalkıp dizlerimi silkeledim. Umutsuzluğun pençesine düşmediysem belki de bu yüzden. Heybem dolu.

Sorun nerede sahi? Mezun olup bölümüm dışında birkaç meslek edinip sayısız program öğrenip onca çabaya rağmen… Yoksa buna tıpta büyümek mi deniyor? Kurumsal hayatta başka bir şey deniyor muhtemelen. Çünkü 35 yaş sınırı diye bir şey var. 35 yaşında, yolun yarısı bir kenara, bambaşka bir baskıyla karşılaşıyor insan. Sırf kadın olduğum için biyolojik saat dayatması nasıl yadsınamazsa, yaş ile uzaktan yakından ilgisi olmayan ilanlarda 35 yaş sınırını görmek de yadsınamayacak kadar ürkütücü.
Tam da bu noktada, dünyayı algılama biçimimizin artık değişmesi gerektiğine inanıyorum. Belli ki bizi buraya getiren sistemler, okullar, kurslar, stajlar, sertifika programları buradan ileriye gitmemize müsaade etmiyor. Önümüz tıkanmış. Sanki yer yerinden oynamış, bir heyelan olmuş da çamur, kayalık ne varsa yola yığılmış. Çünkü bize sunulan kurtuluş yöntemleri hep tek kişilik. Bireysel kaçış/kurtuluş reçeteleri, dünyadan bihaber; bir canlıyla ilişkili olduğunu unutan tedavi yöntemleri. Sanki yanlış olan 14 kez yeniden başlamakmış gibi. Sanki hasta olan benmişim gibi. Ben iyileşirsem, ben sektör değiştirirsem, ben biraz dişimi sıksam, ben sigortasız çalışmayı kabul etsem her şey değişir gibi. Halbuki yanlış olan, hasta olan, değişmesi gereken, iyileşmesi gereken ben değilim; bu kokuşmuş sistem.

Bir yolu olmalı. Bir alet çantası belki; içinde şifa niyetine okuduğum kitaplar, 14 kez değil, belki 114 kez yeniden başlamamı sağlayacak kadar inanç, inat ve umut var. “Süper gücünüz ne?” diye soracağım ben de, tanışmak istediğim insanlara. Ben mütemadiyen yeniden başlayabiliyorum. Sahi, sizin süper gücünüz ne?

















