Kurumsal hayatta çoğu zaman bir “öteki olma” hissine teslim oluruz. Sabah kahvelerinde yapılan esprilere yabancı kalırız, e-postalardaki “biz” zamirinde kendimize yer bulamayız. Aynı ofisi paylaşır, aynı ekranda aynı tabloya bakarız ama oraya ait olmadığımızı biliriz. O ofisteki bir grup insanla aynı denizin balığı değiliz. Clarissa Pinkola Estés’in Kurtlarla Koşan Kadınlar adlı eserinde yer verdiği “Çirkin Ördek Yavrusu” metaforu, bu yabancılaşma hâlini anlamlandırmak için bize çarpıcı bir çerçeve çizer. Estés, bu metaforu Hans Christian Andersen’in Çirkin Ördek Yavrusu masalından yola çıkarak kurar; masaldaki ördek yavrusunun sürüsünden dışlanması, iş hayatındaki yabancılaşma hissine benzer çok güçlü bir köprü kurar.
Estés, bu ötekileştirmenin nedenini şöyle açıklar: “Ruhu görmeyi istese de çevresindeki kültür görmemeyi gerektirir; ruhu gerçeği söylemek istese de suskun kalmaya zorlanır.” Bu tasvir yalnızca çocukluk dönemine değil, iş hayatında “uyum” adı altında dayatılan beklentilere de ışık tutar niteliktedir.
Plazalarda Görünmez Sınırlar: Kim “Bizden”, Kim Değil?
Her çalışma ortamının kendine has işleyişi, dil kodları ve görünmez sınırları olduğunu biliyoruz. “Kim bizden?” sorusu, aslında kimlerin bu işleyişe uyum sağladığına, kimlerin kendi kimliğinden ödün vermeden varlığını sürdürebildiğine dair bir ayrımı belirler. Özellikle kadınlar, bu ortamda hem cinsiyet rollerinin dayattığı beklentileri hem de kapitalist çalışma hayatının baskısını taşır. Dayatılan güzellik standartlarından söz etmeye gerek var mı, sorusu fonda çalan bir şarkı niteliğinde. Ne kadar “bizden” olurlarsa, o kadar kabul görecekleri — ama bir o kadar da kendi özlerinden uzaklaşacakları — söylenmeyen ama hepimizin bildiği bir gerçektir.
Estés, bu zorlayıcı yapıya karşı direnen bireyin nasıl bir dayanma gücüne ihtiyacı olduğunu şöyle ifade eder: “Farklı bir çocuğa sahip olan annenin, kötü niyetli bir kültüre karşı koyması için Sisyphos’un sabrına, Kiklop’un korkunçluğuna ve Caliban’ın sert postuna sahip olması gerekir.” İş dünyasında farklılığını korumaya çalışan herkes için bu çağrı, hem bir uyarı hem de içsel güce dair bir hatırlatmadır.
İş Dünyasında Kabul Görmek İçin Kendinden Ödün Vermek: Uyum mu, Teslimiyet mi?
Gömleğimizin rengi, kullandığımız kelimeler, gülme biçimimiz, hatta mimiklerimiz bile bu sistemde birer “uyum testi”ne tabi tutulur. Herkes gibi olmaya çalışmak, aykırılıktan kaçınmak, kurumsal kimliğe bürünmek; Black Friday indirimlerinden herkesle aynı ürünleri satın almak, evimizi “evimizin her şeyi” yerine “her ezası” hâline getiren o mağazanın ürünleriyle doldurmak… Bunlar, kabul görmenin bileti belki; ama bedeli de kendimiz olmaktan vazgeçmektir. Bu noktada “uyum” ile “teslimiyet” arasındaki ince çizgi bulanıklaşır.
Byung-Chul Han, “aynının cehennemi” kavramıyla bu uyum baskısını çok daha derinlemesine eleştirir. Han, modern toplumların bireyleri birbirine benzemeye zorladığını, farklılıkların dışlandığını ve herkesin “aynı” olmaya mecbur bırakıldığını söyler. İş dünyasında bu zorunluluk, yalnızca fiziki görünüşlerde değil; düşünsel, duygusal ve davranışsal düzeyde de kendini gösterir. “Bireysel farklılık” yalnızca görünen bir tehdit hâline gelir; sistemin homojenleşmeye ve herkesin aynı düşünceyi, aynı davranışları kabul etmesine yönelik baskısıdır. Bu durum, uyum sağlamakla teslimiyet arasında keskin bir bulanıklık yaratır; çünkü birey, kendi kimliğinden ödün vermek pahasına “norm” olanla uyum sağlamaya çalışır.
Kurumsal Dünyada “Uyum Sağlamak” ve “Ait Olmak” Arasındaki Fark
Uyum sağlamak, sistemin bizi sindirmesidir; ait olmak ise bizim varlığımızla sistemin dönüşmesidir. Estés, “sürüsüz değil de, ruhunun sürüsüyle yürümek” gerektiğini söylerken tam da bu ayrıma işaret eder.
Sara Ahmed, Mutluluk Vaadi adlı eserinde uyum sağlamak ile ait olmak arasındaki farkı şöyle özetler: Uyum sağlamak, kişinin kendini belirli kalıplara sokmasıdır; ait olmak ise farklılıklarıyla kabul görmektir. Ahmed’e göre kurumlar belirli davranışları “norm” hâline getirir, farklı olanı ise dışarıda bırakır. bell hooks ise ait olmanın karşılıklı tanıma ve özgünlüğe saygı ile mümkün olduğunu belirtir. Bu yaklaşım, kurumsal hayatta gerçek aidiyetin yalnızca fiziki varlıkla değil, içsel bütünlükle sağlanabileceğini gösterir.
İş Yerinde Sürü Psikolojisi: Çalışanlar Neden Dışlar, Neden Ötekileştirir?
Kapitalist sistem, rekabeti körüklerken farklılığı tehdit gibi sunar. Sürünün içinde “aykırı” duran, düzeni bozar; bu yüzden bastırılmalı ya da ötekileştirilmelidir. Kadınlar için bu tehdit daha da şiddetlidir: Hem toplumsal cinsiyet normlarına hem de hiyerarşiye uymadıklarında “uyumsuz” damgası yerler.
Bu bağlamda Sara Ahmed’in “oyunbozan feminist” kavramı devreye girer. Ahmed’e göre, ortamın normlarına uymayan kişi huzursuzluk yaratan bir figürdür; ancak bu kişi, normlara itiraz eden, eşitsizlikleri görünür kılan dönüştürücü bir direnişi temsil eder. İş yerinde “uyumsuz” olarak damgalanan birey, sistemin sorgulanmasına vesile olur. Oyunbozan feminist, rahatsızlık yaratma pahasına gerçekleri dile getirendir. Bu figür, farklılığı tehdit değil; dönüşüm fırsatı olarak görür.
Bireyin Kendi Farklılığını Güçlendirmesi mi, Bulunduğu Ortamı Sorgulaması mı Gerekir?
Belki de asıl soru budur: Biz mi değişmeliyiz, yoksa değişmesi gereken düzen midir? Estés’in çirkin ördek yavrusu, sonunda kendi sürüsünü bulduğunda, hiç de çirkin olmadığını fark eder. Hiç de ait olmadığı bir dünyada, eksik ya da uygunsuz olanın kendisi değil; çevresinin anlayışı olduğunu idrak eder.
Bu noktada Estés’in tespitini yeniden hatırlamak gerekir: “Bir kadının içine doğduğu ve yaşadığı en yıkıcı kültürel koşullar; insanın ruhuna dokunmadan boyun eğmesinde ısrar eden, sevecen bağışlama törenleri olmayan, bir kadını ruhu ile toplum arasında seçim yapmaya zorlayan…” bu yapı sadece kadınları değil, iş hayatında benliğinden ödün vermek zorunda kalan herkesi içine çeker.
Peki biz bu çemberin neresindeyiz? Kendi sürümüzü aramaktan vazgeçip sistemin uygun gördüğü kalıplara sığmaya mı çalışacağız? Yoksa kendi farklılığımızla bir direnç alanı mı yaratacağız? Ofiste, toplantı odasında, kahve makinesi başında… Her yerde, her an kendimize bu soruyu sormanın vakti gelmedi mi?
Kaynakça
Ahmed, Sara. Mutluluk Vaadi. Sel Yayıncılık, İstanbul 2016.
Han, Byung-Chul. Zamanın Kokusu: Bulunma Sanatı Üzerine Felsefi Bir Deneme. Metis Yayınları, 2018.
hooks, bell. Belonging: A Culture of Place. Routledge, 2009.
Estés, Clarissa Pinkola. Kurtlarla Koşan Kadınlar. Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2021.