“Bu ülke yaşamama izin versin diye yalvarıyorum.”
1999 Ağustos. Daha yeni dolap almıştık…
Ben henüz sekiz aylıktım. Anneannemler Elazığ’da, biz onların evinde. Teyzemler, annem, babam ve ben. Annem ve babam balkonda oturuyorlar. Ben içerde uyuyorum. Bir anda gök aydınlanıyor ve her şey sallanmaya başlıyor. Babam, annemi durduruyor. “Handan, kıyamet kopuyor. Birazdan sûrra üflenecek.” diyor ve gözlerini kapatıyor. Annem ise kıyamette bile bensiz kalamıyor ve içeri koşuyor. Benim uyuduğum odanın kapısı kapanmış. Önüne dolap düşmüş. Annem bana sesleniyor. Ağlamamı duymak için dualar ediyor. Bende ses yok. Kıyamet kopuyor ve ilk ben ölüyorum sanıyor annem. Ben yalnızca uyuyorum. Annem ona anlık verilen büyük bir güçle kapıyı, dolabı aşıyor. Beni alıyor. Yedi kat aşağıya koşuyoruz. Annem o anda hatırlıyor kardeşlerini. Tekrar yedi kat yukarı koşuyor, teyzemleri alıyor ve onlarla tekrar iniyor. Ve anlattığına göre ayağının zemine değdiğini hiç hatırlamıyor. O bunu Allah’ın onu uçurması, yardımı olarak anlatıyor ben sallantıdan olduğuna eminim.

Sonrası Çadır Kent ve iki farklı prefabrik… 6 yaşına kadarki hayatım askerlerin, yurt dışından yardıma gelen gönüllülerin kollarında geçiyor. İlk öğretmenim asker, ilk arkadaşım İtalyan… En büyük hayalim balkonlu bir ev. Ayağınızı dışarı attığınızda hemen toprakla buluşmadığınız bir ev. Filmlerdeki gibi. Yıkılmadan önce çektiğimiz fotoğraflarda gördüğüm gibi. Yıkılan evimizin mahallesine giden annemin çalındığını görünce ağlayarak kurtardığı beşiğim dışında eşyam yok. Hiçbir çocukluk fotoğrafımda duvar yok. Annem yavaş yavaş hak veriyor babama. Belki de koptu kıyamet, unuttular üflemeye sûru.

Çocuk olduğum için tren raylarını geçip denize bakarak anneannem ile ağladığımız vakitleri aktiviteden, eve giren fareleri, kurbağaları arkadaştan sayıyordum kolayca. Oysa şimdi böceklerden bile korkuyorum. İnsan ne çabuk alışıyor varlığa da yokluğa da. Bir eve… Üstünde başkasının sticker’ları olmayan dolaplara… Ne çabuk alışıyor. Ve bir yandan da bir türlü geçmiyor. Annem eve ne zaman bir şey alsa, gecesinde deprem olduğunu görüyor rüyasında. Her şeyi kaybetmekten ne çok korkuyoruz ikimiz de. Hakkımızı savmadık çünkü. Yine olabilir.

Prefabriklerden kendimize yer bulmamız söylenip kovulduğumuzda nedenini anlayamadık. Park yapacaklarmış oraya. Denizi doldurup park yapacaklarmış. Sanki bu depremden yalnızca biz ders çıkarmışız. Sanki bir tek biz yeni eşya almaya korkuyoruz başka kimse korkmuyor moloz yığınlarından. Ne kadar korkusuzlar ki tabutlar dikiyorlar onlarca katlı.

Yaşanan son depremlerin ardından bilmediğim bir şeyden korkmuyorum. Çok iyi bildiğim bir şeyden korkuyorum. Kendime yeni yeni kazanmaya başladığım paramla bir dolap aldım. İlk dolabımla yaşam üçgeni planları yapıyorum.
Bu ülke yaşamama izin versin diye yalvarıyorum.