Bir yeri gezerken içimizde tatlı bir his uyanır. Merak ve haz birbirine karışır hani. Nahoş bir açlıkla oraya dair herşeyi yutmak, hızlıca sindirmek isteriz. Gittiğimiz yeri iliklerimize kadar yaşamamız gerektiğini biliriz. Bolivya bize öğrenmeyi yeniden öğreten ülkelerden. Kaprissiz, yavaş ve kontrolümüz dışında. Yüksek beklentileri olanlar için ise alt tabaka.
And Dağları ile Amazon Havzası arasında kalan Bolivya, Latin Amerika’nın yalınayak çocuğu tabirini sonuna kadar hak ediyor. Ülkenin iklimi bölgesel olarak değişkenlik gösteriyor. Yer yer tropikal Yağmur Ormanları iklimi hissedilirken bazı bölgeleri ise And Dağları’nın hoyrat hava şartlarına sahip. Sandaletler ve botlar yan yana kullanılmayı bekliyor orada.
Yolum Güney Amerika kıtasında ilerlerken Bolivya ile tanışmam Villazon kasabasına gidişim ile başladı. Arjantin sınırında bulunan bu kasabadaki otobüs terminali kuzeye gitmek isteyenlerin bolca kullandığı bir yer. Otobüs bileti bulamazsanız hafif ticari araçlar illegal şekilde belli şehirlere yolcu taşıyor. Bunun için de terminalin önünde bağıran insanlara doğru gitmeniz yeterli oluyor. Pazarlıklar yapılıyor, aracın dolması bekleniyor ve konforsuz olduğu kadar manzarasıyla sizi sarsan bir yolculuk başlıyor. İki aile bir arabaya doluşmuş ve kucak kucağa denize gidiyormuşsunuz gibi. Otuz yıl öncesine döndüğünüz bir zaman makinesi gibi. Molaları çoğunluk belirliyor. İhtiyaç gidermek için yol kenarında sadece birkaç dakika durabiliyorsunuz.
Saatler sonra Potosi adında bir şehre iniş yaptığımda havanın bu kadar soğuk olacağını tahmin etmemiştim. Potosi 5200 rakım ile Dünyanın en yüksek şehirlerinden birisi. Deniz seviyesinde yaşayan insanlar için bu rakımda nefes almak zorlayıcı oluyor. Ciğer kapasitesi seyrek oksijene alışkın olmadığı için yüksek irtifa hastalığı genel olarak bir çok turisti etkiliyor. Önlem amaçlı oksijen tüpleri hemen her konaklama yerinde mevcut. Yüksek irtifa hastalığına çare olarak yerli halk koko yaprağı çiğniyor. Aslında kocaman ciğerleri var ve bunu göğüs kafeslerinin genişliğinden anlayabiliyorsunuz. Yine de koko yaprağı birçok semptoma çözüm olarak görüldüğü için yanlarından ayırmıyorlar. Yol kenarlarında, pazarlarda, dükkanlarda da satılıyor. Vücudun su kaybetmesini önlediği söyleniyor. Herşeye rağmen kabızlık, baş dönmesi, bulantı, nefes darlığı irtifaya alışana kadar görülen etkilerden.
İki günlük bir adaptasyon sürecinden sonra şehri gezmek iyi geldi. Semptomlar azalınca bu küçük madenci şehrini alıcı gözle inceleyebildim. İlk durağım yemek yiyebileceğim bir yer aramak oldu. Sebze sadece et yemeklerinin yanında bir garnitür olarak veriliyormuş. Sokak lezzetleri gerçekten harika. Hijyen takıntınız yoksa afiyetle yiyebilirsiniz.
Sokak satıcıları her yerdeler. Hatta dolmuşları durdurup içeride satış yapmaları serbest. Ve evet! Bolivya gerçekten diğer Latin Amerika ülkelerine göre baya baya uygun fiyatlı.
Burada yerli nüfus çok fazla. Geleneksel kıyafetleri ve şapkaları ile oyuncak bebekleri andıran kadınlar oldukça hoş görünüyorlar. Şehir kasvetli olsa da insanlar rengarenk. Çok sosyal değiller. Aksine biraz utangaç yapıları dikkatimi çekiyor.
Ülkenin bir diğer popüler yeri Lake Titikaka. Dünyanın gezilebilir en yüksek gölü ünvanına sahip. Binlerce metre yükseklikte. Küçük teknelerle gölü geçip karşı kıyıdaki yerleşkelere ulaşabilirsiniz. Burada Peru’ya giden otobüsler bulunuyor. Kara yolu ile yaklaşık 23 saat sürüyor. Yollar vahşi batı filmlerinde gibi hissetmenize sebep oluyor. Dev kaktüsler, kırmızı kayalıklar size eşlik ediyor.
Titikaka gölü kutsal sayılan Güneş Adasına da ev sahipliği yapıyor aynı zamanda. Güneş ve Ay tanrılarının heykelleri göl yolculuğu biterken sizi selamlıyor.
Bir diğer büyükşehir La Paz ülkenin yasal başkenti. İrtifa üç bin metre civarı. Burası çok daha hareketli bir şehir. İklim daha yaşanabilir ve insanlar bir nebze daha ‘beyazlara’ alışık. Yine de turist olarak göz hapsinde hissediyorsunuz yer yer.
Fiyatlar genelde pazarlığa açık. İspanyolca konuşuyorsanız bu işe yarıyor. Yoksa da sağlık olsun! La Paz’da cadı pazarı adında bir kavram var. Ülkemizdeki aktarlar gibi diyebiliriz. Burada kendi kültürlerinde kullandıkları şifalı bitkiler, karışımlar, küçük totemlerin yanı sıra kurutulmuş lama ceninleri satıyorlar. Bunları yeni yapılan evlerin temeline gömüyorlar ki kötü ruhlardan korunsunlar. Bir nevi modern zaman adakları gibi. Biraz ürkütücü olsa da Bolivya’da kırılmamak için esnemek en iyisi diye kendinize hatırlatıyorsunuz.
Bir diğer uğrak yer ‘Ölüm Yolu’. Dünyanın en tehlikeli rotalarından biri yine Bolivya sınırlarında bulunuyor. Zamanın ticaret yolu olarak kullanılan güzergah şuan sadece gezginler ve macera severler için aktif. La Paz’da bir sürü bisiklet turu düzenleyen firma mevcut. Size uygun olan tura adınızı yazdırıp ertesi gün belirlenen saatte araçlarla yola çıkıyorsunuz. Sorumluluğun size ait olduğunu belirten sözleşmeye imza attıktan sonra yolculuğunuz başlıyor. Size verilen bisiklet ve güvenlik ekipmanları ile onlarca kilometre yolu belirlenen parkurda tamamlıyorsunuz. Uçurumdan aşağı bakarsanız oradan düşmüş olan araçları görebilirsiniz. Yol boyu devam eden anıt mezarlar da yine burada hayatını kaybedenler için yapılmış. Adrenalin parkuru ise profesyonel bisikletçiler için. Bu parkura başlamadan önce bir video kaydı ile profesyonel olduğunuzu ve tur şirketinin başınıza gelebilecek herhangi bir durumda sorumluluk almayacağını bildirmeniz gerekiyor.
Uzun lafı kısası Bolivya, sıvasız evleri, çetin bakışlı halkı, birçok standardın uğramadığı, rahatlığı sevenler için konforsuz ve zor bir ülke. Bolivya geçmişe dönmenin en temiz örneklerinden. Makyajsız bir alan. Sadece onu olduğu gibi kabul edebilecek olanlar için merak uyandıran değerli bir maden gibi. Üstelik iyi bir gezgin olursanız belki pumaları bile görebilirsiniz. Bu da bonus bilgi. 🙂