Sınava hazırlanmaya ne zaman başladınız, hatırlıyor musunuz? Peki, siz liseyi bitirene kadar eğitim sistemi kaç kez değişti? Bu değişkenler içinde sahiden 15-16 yaşımızda yapmayı istediğimiz mesleği hayat boyu sürdürmek istemek ne kadar gerçekçi? Ne çok soru var! Hayır, hayır bu bir sınav değil!
Büyümek, sonu olmayan bir süreç. İçindeki değişim de bâki. Sadece bu yüzden bile çok genç yaşta yapmaya karar verdiğimiz meslek bir noktada bize hitap etmeyebilir. Kendimizi tanıma, dünyayı anlamlandırma sürecinde yapmak istediklerimiz ve beklentilerimiz yeniden şekillenebilir. Yalnızca biz miyiz büyüyüp değişen? Teknoloji, iklim ve dünyanın gerçeklerini nereye koyacağız?
Diyelim, lisans eğitimimizin sonuna yaklaşıyoruz. Kendimize pek itiraf etmek istemesek de fark ediyoruz ki okuduğumuz bölüm bize göre değil. Hayır, emekli olana kadar bu işi yapmak istemiyoruz. Sözgelimi, fizik tedavi ve rehabilitasyon bölümü son sınıftayız. Okuduğumuz bölümü seviyoruz ancak birebir çalışmadan ziyade grup çalışmalarını sevdiğimizi fark ettik. Yani, birine egzersiz yaptırmak pek bize göre değilmiş ama bir çember etrafında birkaç kişiyle bu mesleği yapma şansımız olsa hiç de fena olmazmış. Ne yapmalı? Emekli olana kadar dev bir mutsuzlukla, birebir çalışmaları zorlamalı mı, yoksa ilgi alanlarımız ışığında mesleğimizi yapabileceğimiz başka yollar mı aramalı?
Bu hikâyeler tersten de işleyebilir. Mesela, neredeyse 20 yıllık bir nöroloğuz. Yemek yapmayı, sevdiklerimizi mutlu sofralarda buluşturmayı çok seviyoruz. Bir noktada, bu mutlu sofraları kurmanın inceliklerini öğrenmeye karar verip aşçılık okuluna kayıt oluyoruz. Bir yandan kafamızın içinde binbir ses; “bu saatten sonra? Saçmalama! Ne alakası var?” Hepsinin tek cevabı var; kime ne? Çünkü kim bilir belki de hayat, böyle Betül Mardin gibi “Amaan canım” deyince başlıyordur, sahiden kime ne?
Biz, çocuğumuz yaşında ergenlerle bir aşçılık okulunda, elimizin üç parmağı hep yara bandı ile sarılı, kollarımız yanık, uykusuz ama aşırı yetenekliyiz. Mutfağın o herkesi eşitleyen hem romantik hem gaddar ortamında belki de hiç olmadığımız kadar üretken, hiç olmadığımız kadar mutluyuz. Kime ne?
Çok önceden bozulmuş bir düzenin içinde dengede durabilmek pahasına yitip gitmek mi yoksa içimizdeki kahramana kulak verip devinmek mi? Belki de peşinden gidilecek sorular yalnızca bunlardır. Kim bilir!


















