İş hayatındaki bazı şeyler çok eğlenceli, en çok da sizin başınıza gelmediğinde. Toplantıda kim kime nasıl çıkışmış, happy hour’da biraz fazla kaçırıp kim kime asılmış, büyük müdür o terfiyi almak için neler yapmış, şu kişi bu maaşla o arabayı nasıl almış, hangi ayaklar kaydırılmış ve daha binlercesi… Göz devirdiğiniz bu şeylerin toplamına ofis politikası diyoruz. Ondan hoşlanmasanız da kaçamayacaksınız. Çünkü insanın doğası gereği en az iki kişinin olduğu bir ortamda daima bir politika olacak, hoşunuza gitsin veya gitmesin. Bu sizin başınıza da geldiğinde keyif almaya bakmak gerek. Lehinize çevirin, siz de eğlenin, bir Türk vatandaşı olarak politikayla aranızı iyi tutun. Bu belki de o kadar da kötü bir şey değildir.
Daha ciddi bir yaklaşımla ofis politiklerini hiç kelime kibarlığı yapmadan altıya ayırıp teker teker inceleyebiliriz: Dedikoducular, yalakalar, emek hırsızları, ortalık karıştırıcılar, sabotajcılar ve lobiciler. Burada sıraladıklarımız arasında yer almasının haksızlık olacağı bir diğer grubu, ofis politikalarından nasıl yararlanacağını bilen yöneticiler oluşturuyor. Hayatı kolaylaştıran, yüz güldüren, insana durduk yerde patron sevdiren bir olaydır bu; seçtiğiniz partinin seçim kazanması gibi bir şey… Olduğunu göremedik, ama görsek ne güzel olurdu.
Listenin en mutlu kalabalığını oluşturan dedikoducularla başlayalım. (Bir süre bu yaptığımızın da dedikodu olup olmadığını düşündüm.) Dedikodu, yanlış insanların elinde bir savaş aracıdır. Özellikle manipülasyon yeteneği gelişmiş biri, yarattığı bu hadsiz iletişim ağıyla, havaya karışan bir zehir gibi etki edebilir. Böyle bir durumda nefes almamak mümkün değilse, duruma adapte olmayı deneyin. Zaten kendini kolayca belli eden bu tiplere tepkisel davranmadan hazırlıklı olmak yeterlidir. Kahve molasında yapılan “küçük bilgi alışverişleri” serbest. Yine de biz “Dedikodu hoş bir şey değil.” diyelim
Yalakalara geçtiğimizde durum aslında daha zararsız. Yani birilerine yaranmaya çalışan biri bu yöntemle istediğini elde edebiliyorsa, yaranmaya çalıştıklarını sorgulamamız lazım. İşi biraz daha ilginçleştiren, bir yöneticinizin sizi gerçekten sevmesini istediğiniz durum, söylemesi zor gelse de hikayedeki yalaka olmak. Bir yöneticinizle kendiliğinden gelişen uyum ve iletişim harikadır, fakat bunu doğal yollardan sağlayamadığınızda bazen kişisel müdahale gerekebilir. Birinin suyuna gitmekle biraz ileriye gitmek arasındaki sınır öyle ince olabiliyor ki, çekmeyen bilmez. Eğer başınızın daha az ağırmasını sağlayacaksa, yetecek kadar yalakacıklık çok kötü sayılmaz. Dengeyi kaçırıp isteklerinizi yaptırmak için bu yöntemi kullanabiliyorsanız, “Helal olsun, ama seni kimse sevmiyor.” mu desek?
Emek hırsızlarıysa bambaşka bir konu, çünkü diyalog çağında emeğini çaldırmak olacak iş mi? Dümdüz söylemek gerekirse, herkes emeğine sahip çıkacak. Bir manipülatif başkasının gayretini kendine mal etmekte başarılıysa, siz de katkınızın duyulmasını sağlayın. Modern ofis düzeninde bu kimselere daha fazla prim verileceğini zaten düşünmüyoruz; Z kuşağı affetmez. Fakat böyle bir tatsızlığın içine çekilirseniz, bunu kişisel gelişiminiz için değerlendirebilirsiniz. “Ben nerede yanlış yaptım?” diyebilirsiniz.
Ortalık karıştırıcı ve sabotajcıları da birlikte konuşalım istedik, bu kişiler genelde kanka olduğu için. Üstteki üç grubun can yakabileceğini düşünüyorsak, bahsi geçen grup bölüm sonu canavarı sayılır ve aslında gerçek politikanın başladığı yer burasıdır. Çünkü bu grubun haklı olduğu bir konuyla saldırma imkanı olur, tıpkı bildiğimiz anlamıyla siyasetteki gibi. Silah olarak son derece geçerli bir başarı da kullanılabilir, dışarıdan kibar duyulan bir konuşma veya bir pozisyonun gücü de… Bir de asla yalnız çalışmadıkları için savunmasız yakalayabilirler. Böyle bir ortaklığın iki şekilde mağduriyet yaratabilir: Doğrudan saldırıya uğrayan taraf olmak veya dolaylı yoldan etkilenmek. İlki için yasal yolla hakkınızı aramaktan başka çare kalmayabilir, ikincisi iş yerinde yaşam kalitenizi etkilediğinden çözümü yeni bir iş aramakta bulabilirsiniz. Günün sonunda o şirkette çalışabilmek için böyle yollara başvuranlar onlar. Emin olun, o iş sizin için hiç bu kadar kıymetli olmayacak. Bunu da rahmetli Steve Jobs dedi: “In weak companies, politics win. In strong companies, best ideas win.”*
Lobicilere kadar geldiyseniz, mutsuz son olmuş ve politikler kazanmış demektir. Bir yukarıda daha küçük olan topluluk artık gelişimini tamamlayarak son sınırlarına ulaşmış ve bir taraf olmayanın bertaraf olacağı zaman gelmiştir. Fakat bu aşamada aslında bir umut ışığı var: Bir taraf olmaya karar verirseniz, bir seçim yapabilirsiniz; yine tıpkı bildiğimiz anlamıyla siyasetteki gibi. Sizi temsil ettiğine inandığınız ortaklıklar hayatınızı kolaylaştırıyorsa, öyle yapın. Bazen işleri hızlandırmak için de lobicilik gerekir. “Birlikten kuvvet doğar.” demişler.
Yine de politikanın kötü bir şey olduğu düşündürülerek yetiştirilen bir jenerasyonun insanı olarak bu oyunlu dünyalardan kaçınma tercihimden memnunum. Annemin dediği gibi: “Bunlar çok ayıp şeyler.”
*(Zayıf şirketlerde politika, güçlü şirketlerde en iyi fikirler kazanır.)