Sen… Evet sen! Şu an bir medya plazadan içeri adım atmak üzere olan genç, parlak iletişimci. Spoiler veriyor gibi olmazsam şunu söylemeliyim: Hayır, Nobel almıyoruz. Hayır, ünlü olmuyoruz. Yahu üzülme hemen. Bir sakin… Hiç fena durumda değiliz. Şimdi sen zirvelerde dolaşan beklentilerini biraz gerçekçi hale getirirsen güzel güzel konuşalım.

Öncelikle lütfen o kapıdan girme! Orası kart basıp girdiğin, pencereleri açılmayan, florasan ışıklı bir akvaryum. İçerideki balıkların gözleri ölü bakıyor. Ne yapabilirlerdi ki? Ruhlarını kapının önünde bırakmadan her gün buraya gelip, inanmadıkları işleri yapamazlardı. Bir an önce hayat kurma, kendi evine çıkma telaşıyla reddettiğin şu Madrid’deki AB projesi için evraklarını toparla. Sakın, yapacağını bildiğim şekilde oraya gitmekten vazgeçme. Dolar neredeyse 20 lira olacak ve orta yaşlı olunca rahat rahat gidebileceğini düşündüğün o Avrupa’ya adımını bile atamayacaksın canım kendim. Mümkünse orada bir İspanyol’a aşık ol ve buraya tatiller dışında dönme. Şimdi moralini bozmak istemiyorum ama kötü şeyler olacak. Bombalar patlayacak, depremler olacak, salgın hastalık çıkacak. Yok, zombi saldırısı olmuyor. Yani… En azından henüz.

Ancak birilerinin yanında uzun uzun çıraklık yaparsan önemli işler yapabileceğini düşünüyorsun. Senin ne kadar çok çalıştığını, akıllı olduğunu söylesinler ve sana, “İşte hak ettiğin pozisyon ve maaş. Hadi önden buyur.” desinler diye bekliyorsun. Çok beklersin! Bilgisayarın başında geçirdiğin zamandan kısıp direktörünü biraz poh pohlasan, kafanı işlere değil terfi etmek için stratejiye çalıştırsan bu kadar uğraşman gerekmeyecek. Ama hamurunda yok!
Heyecanlı ve heveslisin. Uzun yıllar seni görür gibi yapacaklar, küçük ödüller, övgüler, onaylamalar falan. Başkaları için çalışıp, yorulup duracaksın. Birilerinin sağ kolu, en çok güvendiği insan. İşlerini büyüten, çok sevdikleri, biricik çalışanları. Tamam da canım kendim, senin hayalleri ne yapacağız? Haybeye mi kurdun onları? Güney Amerika’ya gidecektin, yazar olacaktın, aşık olacaktın, kendini keşfedecektin derken patron zengin etme dalında Oscar’a koşar oldun. Başkalarının işlerini büyütmesine yardımcı olurken aldığın onay, hayallerine ihanet etmekten daha mı ağır basıyor? Yapma, lütfen.

Görülmek istiyorsun biliyorum. Ama başardığında ve herkes sana baktığında dolacağını sandığın o boşluk öyle kolay kolay dolmayacak. Ne para kazanmak (zaten kazandığın o paralar birkaç yıla pul olacak, kiralar arttıkça artacak.), ne yeni giysiler almak, ne alkışlanmak… Burası ve buradaki değerler seni mutlu etmeyecek. Yalnızca başkaları gibi olmak uğruna kendini üstüne olmayacak bir kalıba girmeye zorlama. Çünkü gerçekten heyecan duymadığın hiçbir yol iyi bir yere çıkmaz ve peşinden koşmadığın hayaller ise seni takip etmeyi hiç bırakmaz. Instagram profiline özendiğinin yarısı kadar kendinle aynada göz göze geldiğin anlarda vereceğin hesaplara özenmeye ne dersin?

Ne? Felaket tellalı mı? Çok mu üstüne geldim? Bence sen şimdi derin bir nefes al. Şöyle bir etrafına bak. Telefonunu çıkarıp şu Madrid’deki AB Gençlik Projesi’ne “evet” de. Borç harç da olsa kendine bir bilet al. Aç kanatlarını. Beni de gençlik hayallerimi gerçekleştireceğim diye, orta yaşlı halimde sırt çantasıyla hostel hostel gezme derdinden kurtar. Doğru anda, tam da hayat seni çağırdığında yap şunu. Sonra ne mi olacak? Bunu, ben de bilmiyorum çünkü o uçağa hiç binmedim. Ama hayatın cesurları sevdiğini bilecek kadar uzun yaşadım canım kendim. Bir gün gerçekten buraya geri döneceksen de kendini adayacağın bir hayal için dön, başkalarının onayladığı bir kalıp içinde durmak için değil.

Biraz da güzel haberler vereyim mi? O kitapları yazıyorsun, o yolculukları yapıyorsun, bir yol arkadaşın ve çocuğun oluyor. Aa! Bu arada kendi işimizi kuruyoruz. Çok acayip değil mi? Ee, ne diyorsun? Bu kapıya arkanı dönüp koşa koşa uzaklaşacak mısın? İkna oldun mu? Yok mu? Olsun, seninle bu macerada kaybola kaybola yolumuzu bulmak da güzel. Bizimki de böyle bir hikaye işte.
Al, tak bakalım kartını. Başlıyoruz!


















